30 Aralık 2013 Pazartesi

Öznel Bir Liste: 2013 - En İyi 50 Şarkı


Jonathan Wilson - Dear Friend
Arcade Fire - Reflektor
Jake Bugg - Slumville Sunrise
Arctic Monkeys - Do I Wanna Know?
Von Hertzen Brothers - Insomniac
David Bowie - The Stars (Are Out Tonight)
Nick Cave & The Bad Seeds - Mermaids
Queens of the Stone Age - The Vampyre of Time and Memory
Peace - Wraith
Primal Scream - 2013
Atoms for Peace - Ingenue
Paul McCartney - Queenie Eye
Bill Callahan - Small Plane
The Sunpilots - The Piper's Mirror
Black Sabbath - Zeitgeist
My Bloody Valentine - If I Am
Alice in Chains - Voices
The Civil Wars - The One that Got Away
Şebnem Ferah - Od
Moby - The Perfect Life
Bruce Springsteen - High Hopes
Manic Street Preachers - 4 Lonely Roads
Von Hertzen Brothers - Flowers and Rust
Foals - My Number
Queens of the Stone Age - I Sat By The Ocean
Pearl Jam - Sirens
Yeah Yeah Yeahs - Sacrilege
Jim James - State of Art
Temples - Keep in the Dark
Phosphorescent - Song for Zula
Nine Inch Nails - Copy of A
Duman - Yürek
The National - Sea of Love
Kurt Vile - KV Crimes
Kings of Leon - Beautiful War
Depeche Mode - Heaven
Aylin Aslım - İki Zavallı Kuş
Alter Bridge - Cry of Achilles
Atoms for Peace - Before Your Very Eyes
MGMT - Alien Days
David Bowie - Where Are We Now?
Daft Punk - Instant Crush
Broken Bells - Holding on For Life
Beady Eye Flick of the Finger
Arctic Monkeys - I Wanna Be Yours
Dream Theater - The Looking Glass
King Krule - Easy Easy
Pixies - Indie Cindy
Manic Street Preachers - Rewind the Film
Nick Cave & The Bad Seeds - We No Who U R

15 Kasım 2013 Cuma

İnceleme: Reflektor

9.3/10
Müzik eleştirmenlerinin bugünlerde kurcalayıp durduğu bir hipotez: Arcade Fire, günümüzün en büyük ve en kayda değer müzik topluluğu olabilir mi? Yaratıcı mı yaratıcı, marjinal mi marjinal, aktif mi aktif.. Indie sahnesinin ise en başarılı temsilcilerinden. Üstelik sadece 4 stüdyo albümünü içeren bir süreçte. Peki, nasıl oluyor da oluyor? İlk albümleri Funeral sevildi, Neon Bible onları daha da zirveye taşıdı, The Suburbs ise grubun magnum opus'uydu adeta. Grammy'lerde hakimiyetini kurdu, bir de yönetmen Spike Jonze albümün hikayesinden uyarlanan kısa bir film çekti: "Scenes from the Suburbs". O gün bugündür takipçileri yeni bir aksiyonun yolunu gözlüyordu gruptan. Ve şimdi işte karşımızda; 2 disklik, 80 dakikalık bir süre tutan 13 şarkıdan mürekkep Reflektor..
Gelelim bu albümün marjinalliklerine. Her şey LCD Soundsystem'i kuran müzik adamı James Murphy'nin, Arcade Fire'ın yeni albümünün prodüktörlüğünü üstlenmesiyle başladı. Bu durum, grubun tarzında radikal bir değişime işaret ediyordu. Sonra albümün adını açığa çıkaran bir sembol graffiti yoluyla sokaklara dağıtıldı. Ve grup, twitter hesaplarından onlara hayranlığını anlatan bir hayran mektubuna çok ilginç bir pazarlama stratejisiyle cevap verdi: "Teşekkürler.. Yeni albümümüz Reflektor 28 ekimde yayınlanıyor." 
Bundan sonra da ilginç ataklar geldi gruptan. Ekip, albümün adını taşıyan The Reflektors adındaki kurmaca grup kimliğiyle canlı performanslar verdi. Albümden yayınlanan ilk parçada David Bowie'yi arkalarına aldılar. Ve son olarak, 1959 tarihli film Black Orpheus'tan sahneleri albümün baştan sona çaldığı şarkılarla döşeyip, dünyanın en uzun lyric videosuna imza attılar. İşte böylece merak edilen kayıt tüm dünyaya servis edildi.
Peki bekleyişe değdi mi?
Evet, değdi.
Şarkılar ilk dinleyişte kendilerini belli ediyor zaten. Açılış parçası Reflektor'u duyan duydu, ama tabii bu şarkı bütün albümü anlatmıyor. Kulağınız We Exist, Normal Person, You Already Know, It's Never Over, Afterlife gibi hit olma potansiyeli olan parçalarda olsun; ama albümü baştan sona dinlemekte de yarar var. Zira bu kaydı daha şimdiden 2013'ün en iyileri listesinde görmek mümkün. Tek bir olumsuz eleştiri olarak bazı şarkıların fazladan uzun sürelerini gösterebiliriz.
Arcade Fire yükseliyor, daha da yükseleceğe benzer. Grubu tanımak isteyenler için de Reflektor mükemmel bir fırsat.

26 Ekim 2013 Cumartesi

Nostaljik İnceleme: Infinity Land

9.4/10
Her ne kadar son yıllardaki çalışmalarına pek ısınamasam da, Biffy Clyro 21. yüzyılın en underrated gruplarındandır şüphesiz. Şu günlerde az biraz daha tanınır oldular; ama ilk 3 albümdeki tadı alamazsınız artık onlardan. Özellikle bu üçüncü, sofistike kayıtları gerçekten çok özeldir. Belki de İskoç bir topluluktan çıkmış en iyi progressive rock albümlerindendir.
Vokalist Simon Neil, Infinity Land'in ortaya çıkışını şu sözlerle açıklar: "Seri katil Jeffrey Dahmer'ı irdeleyen bir kitaptan ortaya çıktı bu konsept. Kitapta Dahmer "ideal cennet" olarak tanımladığı Sonsuzluk Diyarı'ndan bahsediyordu. Son derece acımasız bir gerçeklik: Her taraf ceset ve bok kaynıyor.. Albüm isminin nereden geldiği dinleyicilerin bilmemesi de iyi bir şey tabi, böylece kendi hayalgüçleriyle bu isimden ayrı anlamlar çıkarıyorlar. Sonsuzluk Diyarı, optimist bir yer olabilirdi, ama değil."
Harbiden de albüm son derece acımasız, ironi yüklü ve gergin şarkı sözleri içeriyor: "Slaughtered moments and useless tales, encourage others to take the blame. I love you, when you're not around." Ama albümün sizi büyüleyen ve aynı zamanda olumsuz bir yanı da var: Her bir şarkı sizi şaşırtarak durmadan farklı virajlara giriyor, ve aynı anda hem iyi gitar riffleri inşa ediyor, hem de bu bestelerin üstünde çok durmadan geçiyor bir başkasına. (Bu duruma en iyi örnekler, There's No Such Thing as a Jaggy Snake, My Recovery Injection, Some Kind of Wizard parçaları olarak gösterilebilir.) Bu sayede bu güzel, gizli hazineler kendilerini yeterince gösteremiyor. Albümün zamanında grubu şöhret yoluna götürmemesinin nedenlerinden biri de bu olsa gerek. Ama olur da benim gibi albümün suyunu çıkarırsanız her anın kıymetini biliyorsunuz.
Şu günlerde anaakım olma riskine gittikçe daha yakın duran, ilk tarzlarını bir türlü yakalayamayan ve bir sonraki albümlerinde sakız gibi patlayacak bir pop müziğe yanaşabilecek Bif'in ilk albümlerini dinlerseniz sevebilirsiniz de sevmeyebilirsiniz de, ama farklı bir duruşları olduğunu kabul etmek lazım.
Dipnot olarak; Infinity Land'ten uyarlanan bir film çekilse iyi bir iş olabilirdi diyerek yazımı noktalıyorum. Bu fikrin duyulması dileğiyle..
Dinleyin: Glitter and Trauma - The Atrocity - Only One Word Comes to Mind - There's No Such Thing As A Jaggy Snake

17 Ekim 2013 Perşembe

İnceleme: Lightning Bolt

7.3/10
Uzun zamandır bu albümün yayınlanmasını bekleyen bir hayran olarak, incelememe başlamadan evvel, bu duygunun anahtar cümlelerini buraya not düşüyorum:
-Eddie Vedder ve tayfası geri geldi, hoş geldi. Bırakın kayıtlar çaladursun.
-Müziğin akıbetinden umudu kesme. Gelecek günlerden umut var.
-Tavırlarınıza dikkat edin, efsaneye laf etmek yok.
ve son olarak: Şimşek gibi döndüler!
Albümdeki şarkıların adlarına göndermeler içeren bu cümleler bir kenarda beklesin. Zira bu cümleleri başa atarak, medyada sık sık gördüğümüz "klişe göndermeler listesi"ni olduğu gibi geride bırakmış olacağım. Bu klişelerde takılma tehlikesi yok artık. O halde incelemeye devam!..
Grunge'dan alternative rock'a kimseyi üzmeden evrilerek süregelen bu Seattle harekatı 20 küsur yıldır hiçbir duraklama işareti vermiyor. Öte yandan, bazı dinleyicilerin gözünde, eski günlerin ihtişamını da yakalayamıyorlar. Başta Ten, sonra Vitalogy olmak üzere beni Pearl Jam hayranı yapan bu döneme ruhumu ilk kaptırdığım zamanların anısı çok net, dahası hala da beni ağzım açık bırakıyor o şarkılar. Alive mı dersin, Immortality mi dersin, ya da Black, Garden, Jeremy ve daha nicesi.. O dönem harbiden muhteşemdir. Peki bu durum, güncel Pearl Jam'in değerini düşürür mü? Kesinlikle hayır. Pearl Jam'in müziği daima günceldir ve daima da güncel kalacaktır.
Peki bu onuncu stüdyo albümü hangisine yakın duruyor tarz olarak? Eh, bundan önceki albüm Backspacer'ı anımsattığı ve devamı gibi durduğu doğrudur; ancak bu albüm herhangi bir albümden öte, Pearl Jam gibi duruyor, sürpriz yok, yenilik yok, bildiğimiz, tanıdığımız Pearl Jam.. Başka türlüsünü bekleyemezdik zaten.
Albümün en sıkı parçası Mind Your Manners artık ezberinizdedir zaten, o isyankar ruh haliyle, insana verdiği müthiş anarşi gazıyla.. Sirens ise duygu olarak onun tam zıddı, melankolisiyle insanın içini ısıtıyor.. Şimdi gelelim mi diğer şarkılara? Lightning Bolt, Yellow Moon, Infallible, Let The Records Play ilk dinleyişte öne çıkıyor. Geri kalan parçalara ise dinledikçe daha çok bağlanıyorsunuz. Bu albüm sahiden sıkı...
Yazımı bitirmeden önce bu linki de vermek istiyorum, Eddie Vedder İstanbul konseri de dahil ilginç anılar anlatıyor..
Dinleyin: Mind Your Manners - Lightning Bolt - Yellow Moon - Future Days
İzleyin:  Lightning Bolt

28 Eylül 2013 Cumartesi

İki İnceleme Birden: AM / Rewind the Film

9.2/10
21. yüzyılın müzik gurusu, harika şarkı sözleri üreten Alex Turner ve ekibi her albümleriyle daha bir ustalaşıyor, endüstrideki yerlerini daha bir sağlamlaştırıyorlar. Müzik sitesi NME'nin sözüne inanacak olursanız, AM son 10 yılı en iyi albümü olabilir. Bu elbette biraz abartılı bir ifade. Ama son 10 yılın en iyi albümlerinden biri olduğu muhtemelen doğrudur. Veyahut başka bir siteden alıntı yapacak olursak, "Bu gidişle birkaç yıl içinde o şaheseri çıkaracak noktaya gelirler".
Ki karşımızda gerçekten de kelimenin tam anlamıyla müthiş bir albüm var. Albümden önce yayınlanmış, üstelik başlıkları soru cümleleri olan 3 single'dan özellikle Do I Wanna Know? herkesin diline dolanmıştı. Bunlar haricinde 2 b-side parçası da (2013 ve Stop The World I Wanna Get Off With You) gayet iyiydi. Albümün geri kalanına gelirsek, tarzda ufak ve şaşırtıcı bir değişim söz konusu, bazı yerler pop ve R&B'ye çok yakın duruyor ama bu duruma aldanmayın, AM hayalkırıklığı yaratmak dışında her şeyi başarıyor. Aslında bu değişim albümün konseptine de uyuyor, zira AM ismi, grubun başharfleri değil, gece 12'den sabah 12'ye kadarki zaman zarfı... İşte bu yüzden albüm bu kadar seksi bir sound'a sahip. Geçen sene yayınlanan R U Mine?'nın ardından gelen One for the Road ve Arabella albümün daha orta-karar parçaları, ama geri kalan kısım, diğer müzisyenleri kıskandıracak kadar müthiş. I Want it All ve No. 1 Party Anthem (ki bu şarkının adıyla ruh halinin oluşturduğu tezattan, Alex'in sarkastik hislerini yine konuşturduğunu söyleyebiliriz) ilk dinleyişte insanı yakalıyor. Mad Sounds'un dinginliği ve harbiden geceleyin ateş başında dinleyebileceğiniz Fireside albümün çıtasını yükseltiyor. Ama albümün esas bombası QOTSA solisti Josh Homme'un vokallerini de içeren Knee Socks. Grubun şair John Cooper Clarke'ın şiirini yorumladığı I Wanna Be Yours'la albüm, güzel bir kapanış yapıyor. Bu noktadan sonra bize, albümü tekrar tekrar dinlemek düşüyor.

9.0/10
Galler'in yüz akı gruplardan biridir Manic Street Preachers, bu gerçeği kabul etmek lazım. Adamlar 20 küsür yıldır müzik yapıp farklı kuşakları etkilemeyi başarıyor. Ama şöyle de bir gerçek var: Grubun söz dehası üyesi Richey Edwards (en son soyadını James olarak değiştirmişti) 1994'te gizemli bir şekilde ortadan kayboldu kaybolalı, adamlar bir arayış, bir kendini bulma süreci içine girdi. Harbiden, ilk 3 albüm ne kadar hard rock-punk yelpazesindeyse, sonraki 2 albüm daha yumuşak, daha dingindi (kritiklerden iyi not aldılar); onlardan sonraki 2 çalışmalar ise birbirlerinden bağımsızdı ve tarz olarak farklı sularda dolaşıyorlardı. (ki bu albümlerden Lifeblood kötü eleştiriler de aldı) Bu süreçte eski hayranları en memnun eden kayıt şüphesiz Journal for Plague Lovers'tı, ki o da Richey'nin zamanında yazıp da hiç kullanmadığı şarkı sözlerine sahip parçalardan mürekkepti. Derken birkaç ay kadar önce Manics bir değil iki albüm haberiyle döndü. Bu kayıtların ilki, bir şarkı hariç tamamen akustik, ikincisi ise daha sert olacaktı. İşte grubun denediği imajlar listesine bir yenisini daha ekleyen o ilk albüm bu. İkinci albüm Futurology ise önümüzdeki yıla kaldı.
Ama bu albümün dinleyiciyi şaşırtan bir yanı var: Tarz olarak bu kadar ayrıksı durmasına rağmen, Rewind the Film, Manics'in yıllardır yaptığı en başarılı çalışma muhtemelen. Bütün şarkılar ilk dinleyişte insanı sarıyor ve sonraki dinleyişlerde insan şarkılara hayran kalmadan edemiyor. Albümdeki düetler (This Sullen Welsh Heart, Rewind the Film, 4 Lonely Roads) albümün esas hazineleri, hepsi de indie sahnesinde bir hit olma kapasitesine sahip. Builder of Routines, (I Miss the) Tokyo Skyline albümün diğer melankolik parçaları. Anthem for a Lost Cause, 3 Ways to See Despair ve 30 Year War da albümün hararetli parçaları. Manorbier'le çok sık olmayan bir şey oluyor ve Manics'ten enstrümental bir kayıt dinliyoruz. Bu da albümün çokça radikal yanından biri. Eğer bu kayıt, grubun kariyerinde yeni bir sayfanın başlangıcıysa, bu kesinlikle çok iyi ve tatmin ede bir başlangıç.
Dinleyin:
AM: Do I Wanna Know? - I Want It All - No. 1 Party Anthem - Knee Socks
Rewind the Film: This Sullen Welsh Heart - Rewind the Film - 4 Lonely Roads - 3 Ways to See Despair

22 Eylül 2013 Pazar

Mini İnceleme: Darmaduman

2.9/10
Darmaduman... Protest yanlarını önüne alırsak, grup bu ismi muhtemelen günümüzün karmaşıklığına, tekinsizliğine ithafen koydu; ama dost acı söyler: Bu başlık albümün statüsünü de iyi özetliyor. Darmaduman, her şeyden önce fazlasıyla aceleyle getirilmiş bir albüm izlenimine sahip. Gitar riffleri yer yer alakasız, birkaç şarkının sözlerinde verilmek istenen mesaj açık değil, çok da sırıtan sözler. (Saldırma bana seni yerler/Azdırma beni seni yerler)
Elbette başarılı şarkılar da var. Albümün yarısı protest şarkılardan oluşuyor. Eyvallah'ı artık hepimiz biliyoruz, seviyoruz zaten. Ama bu protestlerin içinde en baba şarkı şüphesiz Köpekler. Geriye kalan şarkıların bir kısmı karşılıksız aşk üzerine, diğerlerinin konusu ise belirsiz ve garip duruyorlar. Deli'nin başlangıcında Kaan Tangöze'nin yaptığı "ilginç" vokal buna bir örnek...
Bunca yıllık Duman hayranıyım, bu adamlardan daha fazlasını beklerdim. Biraz daha fazla uğraşla bu albüm Duman külliyatında önemli bir yere sahip olabilirdi. Ama şimdilik, önceki çalışmaların altında ezilecekmiş gibi duruyor.
Dinleyin: Köpekler - Melankoli - Eyvallah
İzleyin: Eyvallah (Altyazılı)

14 Eylül 2013 Cumartesi

Mini İnceleme: Let Love In

9.7/10
İşte karşınızda su götürmez gerçek: Nick Cave gibi bir dahinin elinden çıkan bir çalışma, kalite olarak asla belli bir seviyenin altına düşmez. Sadece müzik alanında da değil üstelik: Yazdığı romanlar olsun, şiir kitapları, senaryolar olsun; filmlerde oynadığı küçük roller olsun; henüz Nick Cave'in başarısız bir performansına rastlayan olmadı daha.
Grubuyla 30 yıldır süregelen ortaklık sonucu The Bad Seeds, Cave'in soyadı gibi oldu artık. 1994 tarihli bu pek karanlık, adıyla da ironi içeren albüm de The Bad Seeds külliyatı içindeki en önemli eserlerden... Dahası, grubun belki de en ünlü, en çok cover'lanan şarkılarını içeriyor.
Şarkı sözleriyle Cave bize karanlık hikayeler anlatıyor yine, bunu yaparken insanı etkilemeyi de iyi başarıyor o müthiş vokalleriyle. Enstrümanlar da yanıyor adeta... Her şey olması gerektiği gibi müthiş. Açılış parçası Do You Love Me? ünlü The Bad Seeds şarkılarından. Albümün karanlık temasını da çok iyi ifade ediyor. Ardından gelen Nobody's Baby Now, albümün en yumuşak yapılı şarkısı olsa da aşkta verilen acı dolu bir kaybı anlatıyor. Loverman'a gelecek olursak... işte albümün en ünlü parçası hiç şüphesiz budur ki Metallica bile orijinalinden daha ünlü bir cover'ını yapmıştır. Jangling Jack alümün en tekinsiz parçalarından. Red Right Hand dizi-film soundtrack'lerinde yer bulmuştur kendine. İsim babası parça I Let Love In'den sonra da albüm sürükleyiciliğini korur, ve giriş şarkısının daha slow bir versiyonuyla perdeyi kapatır.
Let Love In, bir grubu tanımak ve dinlemeye başlamak için en doğru albümlerden. Bir kulak verin, hemen ruhunuza dokunur zaten...
Dinleyin: Do You Love Me? - Nobody's Baby Now - Loverman - Red Right Hand
İzleyin: Glastonbury 1994