30 Aralık 2013 Pazartesi

Öznel Bir Liste: 2013 - En İyi 50 Şarkı


Jonathan Wilson - Dear Friend
Arcade Fire - Reflektor
Jake Bugg - Slumville Sunrise
Arctic Monkeys - Do I Wanna Know?
Von Hertzen Brothers - Insomniac
David Bowie - The Stars (Are Out Tonight)
Nick Cave & The Bad Seeds - Mermaids
Queens of the Stone Age - The Vampyre of Time and Memory
Peace - Wraith
Primal Scream - 2013
Atoms for Peace - Ingenue
Paul McCartney - Queenie Eye
Bill Callahan - Small Plane
The Sunpilots - The Piper's Mirror
Black Sabbath - Zeitgeist
My Bloody Valentine - If I Am
Alice in Chains - Voices
The Civil Wars - The One that Got Away
Şebnem Ferah - Od
Moby - The Perfect Life
Bruce Springsteen - High Hopes
Manic Street Preachers - 4 Lonely Roads
Von Hertzen Brothers - Flowers and Rust
Foals - My Number
Queens of the Stone Age - I Sat By The Ocean
Pearl Jam - Sirens
Yeah Yeah Yeahs - Sacrilege
Jim James - State of Art
Temples - Keep in the Dark
Phosphorescent - Song for Zula
Nine Inch Nails - Copy of A
Duman - Yürek
The National - Sea of Love
Kurt Vile - KV Crimes
Kings of Leon - Beautiful War
Depeche Mode - Heaven
Aylin Aslım - İki Zavallı Kuş
Alter Bridge - Cry of Achilles
Atoms for Peace - Before Your Very Eyes
MGMT - Alien Days
David Bowie - Where Are We Now?
Daft Punk - Instant Crush
Broken Bells - Holding on For Life
Beady Eye Flick of the Finger
Arctic Monkeys - I Wanna Be Yours
Dream Theater - The Looking Glass
King Krule - Easy Easy
Pixies - Indie Cindy
Manic Street Preachers - Rewind the Film
Nick Cave & The Bad Seeds - We No Who U R

15 Kasım 2013 Cuma

İnceleme: Reflektor

9.3/10
Müzik eleştirmenlerinin bugünlerde kurcalayıp durduğu bir hipotez: Arcade Fire, günümüzün en büyük ve en kayda değer müzik topluluğu olabilir mi? Yaratıcı mı yaratıcı, marjinal mi marjinal, aktif mi aktif.. Indie sahnesinin ise en başarılı temsilcilerinden. Üstelik sadece 4 stüdyo albümünü içeren bir süreçte. Peki, nasıl oluyor da oluyor? İlk albümleri Funeral sevildi, Neon Bible onları daha da zirveye taşıdı, The Suburbs ise grubun magnum opus'uydu adeta. Grammy'lerde hakimiyetini kurdu, bir de yönetmen Spike Jonze albümün hikayesinden uyarlanan kısa bir film çekti: "Scenes from the Suburbs". O gün bugündür takipçileri yeni bir aksiyonun yolunu gözlüyordu gruptan. Ve şimdi işte karşımızda; 2 disklik, 80 dakikalık bir süre tutan 13 şarkıdan mürekkep Reflektor..
Gelelim bu albümün marjinalliklerine. Her şey LCD Soundsystem'i kuran müzik adamı James Murphy'nin, Arcade Fire'ın yeni albümünün prodüktörlüğünü üstlenmesiyle başladı. Bu durum, grubun tarzında radikal bir değişime işaret ediyordu. Sonra albümün adını açığa çıkaran bir sembol graffiti yoluyla sokaklara dağıtıldı. Ve grup, twitter hesaplarından onlara hayranlığını anlatan bir hayran mektubuna çok ilginç bir pazarlama stratejisiyle cevap verdi: "Teşekkürler.. Yeni albümümüz Reflektor 28 ekimde yayınlanıyor." 
Bundan sonra da ilginç ataklar geldi gruptan. Ekip, albümün adını taşıyan The Reflektors adındaki kurmaca grup kimliğiyle canlı performanslar verdi. Albümden yayınlanan ilk parçada David Bowie'yi arkalarına aldılar. Ve son olarak, 1959 tarihli film Black Orpheus'tan sahneleri albümün baştan sona çaldığı şarkılarla döşeyip, dünyanın en uzun lyric videosuna imza attılar. İşte böylece merak edilen kayıt tüm dünyaya servis edildi.
Peki bekleyişe değdi mi?
Evet, değdi.
Şarkılar ilk dinleyişte kendilerini belli ediyor zaten. Açılış parçası Reflektor'u duyan duydu, ama tabii bu şarkı bütün albümü anlatmıyor. Kulağınız We Exist, Normal Person, You Already Know, It's Never Over, Afterlife gibi hit olma potansiyeli olan parçalarda olsun; ama albümü baştan sona dinlemekte de yarar var. Zira bu kaydı daha şimdiden 2013'ün en iyileri listesinde görmek mümkün. Tek bir olumsuz eleştiri olarak bazı şarkıların fazladan uzun sürelerini gösterebiliriz.
Arcade Fire yükseliyor, daha da yükseleceğe benzer. Grubu tanımak isteyenler için de Reflektor mükemmel bir fırsat.

26 Ekim 2013 Cumartesi

Nostaljik İnceleme: Infinity Land

9.4/10
Her ne kadar son yıllardaki çalışmalarına pek ısınamasam da, Biffy Clyro 21. yüzyılın en underrated gruplarındandır şüphesiz. Şu günlerde az biraz daha tanınır oldular; ama ilk 3 albümdeki tadı alamazsınız artık onlardan. Özellikle bu üçüncü, sofistike kayıtları gerçekten çok özeldir. Belki de İskoç bir topluluktan çıkmış en iyi progressive rock albümlerindendir.
Vokalist Simon Neil, Infinity Land'in ortaya çıkışını şu sözlerle açıklar: "Seri katil Jeffrey Dahmer'ı irdeleyen bir kitaptan ortaya çıktı bu konsept. Kitapta Dahmer "ideal cennet" olarak tanımladığı Sonsuzluk Diyarı'ndan bahsediyordu. Son derece acımasız bir gerçeklik: Her taraf ceset ve bok kaynıyor.. Albüm isminin nereden geldiği dinleyicilerin bilmemesi de iyi bir şey tabi, böylece kendi hayalgüçleriyle bu isimden ayrı anlamlar çıkarıyorlar. Sonsuzluk Diyarı, optimist bir yer olabilirdi, ama değil."
Harbiden de albüm son derece acımasız, ironi yüklü ve gergin şarkı sözleri içeriyor: "Slaughtered moments and useless tales, encourage others to take the blame. I love you, when you're not around." Ama albümün sizi büyüleyen ve aynı zamanda olumsuz bir yanı da var: Her bir şarkı sizi şaşırtarak durmadan farklı virajlara giriyor, ve aynı anda hem iyi gitar riffleri inşa ediyor, hem de bu bestelerin üstünde çok durmadan geçiyor bir başkasına. (Bu duruma en iyi örnekler, There's No Such Thing as a Jaggy Snake, My Recovery Injection, Some Kind of Wizard parçaları olarak gösterilebilir.) Bu sayede bu güzel, gizli hazineler kendilerini yeterince gösteremiyor. Albümün zamanında grubu şöhret yoluna götürmemesinin nedenlerinden biri de bu olsa gerek. Ama olur da benim gibi albümün suyunu çıkarırsanız her anın kıymetini biliyorsunuz.
Şu günlerde anaakım olma riskine gittikçe daha yakın duran, ilk tarzlarını bir türlü yakalayamayan ve bir sonraki albümlerinde sakız gibi patlayacak bir pop müziğe yanaşabilecek Bif'in ilk albümlerini dinlerseniz sevebilirsiniz de sevmeyebilirsiniz de, ama farklı bir duruşları olduğunu kabul etmek lazım.
Dipnot olarak; Infinity Land'ten uyarlanan bir film çekilse iyi bir iş olabilirdi diyerek yazımı noktalıyorum. Bu fikrin duyulması dileğiyle..
Dinleyin: Glitter and Trauma - The Atrocity - Only One Word Comes to Mind - There's No Such Thing As A Jaggy Snake

17 Ekim 2013 Perşembe

İnceleme: Lightning Bolt

7.3/10
Uzun zamandır bu albümün yayınlanmasını bekleyen bir hayran olarak, incelememe başlamadan evvel, bu duygunun anahtar cümlelerini buraya not düşüyorum:
-Eddie Vedder ve tayfası geri geldi, hoş geldi. Bırakın kayıtlar çaladursun.
-Müziğin akıbetinden umudu kesme. Gelecek günlerden umut var.
-Tavırlarınıza dikkat edin, efsaneye laf etmek yok.
ve son olarak: Şimşek gibi döndüler!
Albümdeki şarkıların adlarına göndermeler içeren bu cümleler bir kenarda beklesin. Zira bu cümleleri başa atarak, medyada sık sık gördüğümüz "klişe göndermeler listesi"ni olduğu gibi geride bırakmış olacağım. Bu klişelerde takılma tehlikesi yok artık. O halde incelemeye devam!..
Grunge'dan alternative rock'a kimseyi üzmeden evrilerek süregelen bu Seattle harekatı 20 küsur yıldır hiçbir duraklama işareti vermiyor. Öte yandan, bazı dinleyicilerin gözünde, eski günlerin ihtişamını da yakalayamıyorlar. Başta Ten, sonra Vitalogy olmak üzere beni Pearl Jam hayranı yapan bu döneme ruhumu ilk kaptırdığım zamanların anısı çok net, dahası hala da beni ağzım açık bırakıyor o şarkılar. Alive mı dersin, Immortality mi dersin, ya da Black, Garden, Jeremy ve daha nicesi.. O dönem harbiden muhteşemdir. Peki bu durum, güncel Pearl Jam'in değerini düşürür mü? Kesinlikle hayır. Pearl Jam'in müziği daima günceldir ve daima da güncel kalacaktır.
Peki bu onuncu stüdyo albümü hangisine yakın duruyor tarz olarak? Eh, bundan önceki albüm Backspacer'ı anımsattığı ve devamı gibi durduğu doğrudur; ancak bu albüm herhangi bir albümden öte, Pearl Jam gibi duruyor, sürpriz yok, yenilik yok, bildiğimiz, tanıdığımız Pearl Jam.. Başka türlüsünü bekleyemezdik zaten.
Albümün en sıkı parçası Mind Your Manners artık ezberinizdedir zaten, o isyankar ruh haliyle, insana verdiği müthiş anarşi gazıyla.. Sirens ise duygu olarak onun tam zıddı, melankolisiyle insanın içini ısıtıyor.. Şimdi gelelim mi diğer şarkılara? Lightning Bolt, Yellow Moon, Infallible, Let The Records Play ilk dinleyişte öne çıkıyor. Geri kalan parçalara ise dinledikçe daha çok bağlanıyorsunuz. Bu albüm sahiden sıkı...
Yazımı bitirmeden önce bu linki de vermek istiyorum, Eddie Vedder İstanbul konseri de dahil ilginç anılar anlatıyor..
Dinleyin: Mind Your Manners - Lightning Bolt - Yellow Moon - Future Days
İzleyin:  Lightning Bolt

28 Eylül 2013 Cumartesi

İki İnceleme Birden: AM / Rewind the Film

9.2/10
21. yüzyılın müzik gurusu, harika şarkı sözleri üreten Alex Turner ve ekibi her albümleriyle daha bir ustalaşıyor, endüstrideki yerlerini daha bir sağlamlaştırıyorlar. Müzik sitesi NME'nin sözüne inanacak olursanız, AM son 10 yılı en iyi albümü olabilir. Bu elbette biraz abartılı bir ifade. Ama son 10 yılın en iyi albümlerinden biri olduğu muhtemelen doğrudur. Veyahut başka bir siteden alıntı yapacak olursak, "Bu gidişle birkaç yıl içinde o şaheseri çıkaracak noktaya gelirler".
Ki karşımızda gerçekten de kelimenin tam anlamıyla müthiş bir albüm var. Albümden önce yayınlanmış, üstelik başlıkları soru cümleleri olan 3 single'dan özellikle Do I Wanna Know? herkesin diline dolanmıştı. Bunlar haricinde 2 b-side parçası da (2013 ve Stop The World I Wanna Get Off With You) gayet iyiydi. Albümün geri kalanına gelirsek, tarzda ufak ve şaşırtıcı bir değişim söz konusu, bazı yerler pop ve R&B'ye çok yakın duruyor ama bu duruma aldanmayın, AM hayalkırıklığı yaratmak dışında her şeyi başarıyor. Aslında bu değişim albümün konseptine de uyuyor, zira AM ismi, grubun başharfleri değil, gece 12'den sabah 12'ye kadarki zaman zarfı... İşte bu yüzden albüm bu kadar seksi bir sound'a sahip. Geçen sene yayınlanan R U Mine?'nın ardından gelen One for the Road ve Arabella albümün daha orta-karar parçaları, ama geri kalan kısım, diğer müzisyenleri kıskandıracak kadar müthiş. I Want it All ve No. 1 Party Anthem (ki bu şarkının adıyla ruh halinin oluşturduğu tezattan, Alex'in sarkastik hislerini yine konuşturduğunu söyleyebiliriz) ilk dinleyişte insanı yakalıyor. Mad Sounds'un dinginliği ve harbiden geceleyin ateş başında dinleyebileceğiniz Fireside albümün çıtasını yükseltiyor. Ama albümün esas bombası QOTSA solisti Josh Homme'un vokallerini de içeren Knee Socks. Grubun şair John Cooper Clarke'ın şiirini yorumladığı I Wanna Be Yours'la albüm, güzel bir kapanış yapıyor. Bu noktadan sonra bize, albümü tekrar tekrar dinlemek düşüyor.

9.0/10
Galler'in yüz akı gruplardan biridir Manic Street Preachers, bu gerçeği kabul etmek lazım. Adamlar 20 küsür yıldır müzik yapıp farklı kuşakları etkilemeyi başarıyor. Ama şöyle de bir gerçek var: Grubun söz dehası üyesi Richey Edwards (en son soyadını James olarak değiştirmişti) 1994'te gizemli bir şekilde ortadan kayboldu kaybolalı, adamlar bir arayış, bir kendini bulma süreci içine girdi. Harbiden, ilk 3 albüm ne kadar hard rock-punk yelpazesindeyse, sonraki 2 albüm daha yumuşak, daha dingindi (kritiklerden iyi not aldılar); onlardan sonraki 2 çalışmalar ise birbirlerinden bağımsızdı ve tarz olarak farklı sularda dolaşıyorlardı. (ki bu albümlerden Lifeblood kötü eleştiriler de aldı) Bu süreçte eski hayranları en memnun eden kayıt şüphesiz Journal for Plague Lovers'tı, ki o da Richey'nin zamanında yazıp da hiç kullanmadığı şarkı sözlerine sahip parçalardan mürekkepti. Derken birkaç ay kadar önce Manics bir değil iki albüm haberiyle döndü. Bu kayıtların ilki, bir şarkı hariç tamamen akustik, ikincisi ise daha sert olacaktı. İşte grubun denediği imajlar listesine bir yenisini daha ekleyen o ilk albüm bu. İkinci albüm Futurology ise önümüzdeki yıla kaldı.
Ama bu albümün dinleyiciyi şaşırtan bir yanı var: Tarz olarak bu kadar ayrıksı durmasına rağmen, Rewind the Film, Manics'in yıllardır yaptığı en başarılı çalışma muhtemelen. Bütün şarkılar ilk dinleyişte insanı sarıyor ve sonraki dinleyişlerde insan şarkılara hayran kalmadan edemiyor. Albümdeki düetler (This Sullen Welsh Heart, Rewind the Film, 4 Lonely Roads) albümün esas hazineleri, hepsi de indie sahnesinde bir hit olma kapasitesine sahip. Builder of Routines, (I Miss the) Tokyo Skyline albümün diğer melankolik parçaları. Anthem for a Lost Cause, 3 Ways to See Despair ve 30 Year War da albümün hararetli parçaları. Manorbier'le çok sık olmayan bir şey oluyor ve Manics'ten enstrümental bir kayıt dinliyoruz. Bu da albümün çokça radikal yanından biri. Eğer bu kayıt, grubun kariyerinde yeni bir sayfanın başlangıcıysa, bu kesinlikle çok iyi ve tatmin ede bir başlangıç.
Dinleyin:
AM: Do I Wanna Know? - I Want It All - No. 1 Party Anthem - Knee Socks
Rewind the Film: This Sullen Welsh Heart - Rewind the Film - 4 Lonely Roads - 3 Ways to See Despair

22 Eylül 2013 Pazar

Mini İnceleme: Darmaduman

2.9/10
Darmaduman... Protest yanlarını önüne alırsak, grup bu ismi muhtemelen günümüzün karmaşıklığına, tekinsizliğine ithafen koydu; ama dost acı söyler: Bu başlık albümün statüsünü de iyi özetliyor. Darmaduman, her şeyden önce fazlasıyla aceleyle getirilmiş bir albüm izlenimine sahip. Gitar riffleri yer yer alakasız, birkaç şarkının sözlerinde verilmek istenen mesaj açık değil, çok da sırıtan sözler. (Saldırma bana seni yerler/Azdırma beni seni yerler)
Elbette başarılı şarkılar da var. Albümün yarısı protest şarkılardan oluşuyor. Eyvallah'ı artık hepimiz biliyoruz, seviyoruz zaten. Ama bu protestlerin içinde en baba şarkı şüphesiz Köpekler. Geriye kalan şarkıların bir kısmı karşılıksız aşk üzerine, diğerlerinin konusu ise belirsiz ve garip duruyorlar. Deli'nin başlangıcında Kaan Tangöze'nin yaptığı "ilginç" vokal buna bir örnek...
Bunca yıllık Duman hayranıyım, bu adamlardan daha fazlasını beklerdim. Biraz daha fazla uğraşla bu albüm Duman külliyatında önemli bir yere sahip olabilirdi. Ama şimdilik, önceki çalışmaların altında ezilecekmiş gibi duruyor.
Dinleyin: Köpekler - Melankoli - Eyvallah
İzleyin: Eyvallah (Altyazılı)

14 Eylül 2013 Cumartesi

Mini İnceleme: Let Love In

9.7/10
İşte karşınızda su götürmez gerçek: Nick Cave gibi bir dahinin elinden çıkan bir çalışma, kalite olarak asla belli bir seviyenin altına düşmez. Sadece müzik alanında da değil üstelik: Yazdığı romanlar olsun, şiir kitapları, senaryolar olsun; filmlerde oynadığı küçük roller olsun; henüz Nick Cave'in başarısız bir performansına rastlayan olmadı daha.
Grubuyla 30 yıldır süregelen ortaklık sonucu The Bad Seeds, Cave'in soyadı gibi oldu artık. 1994 tarihli bu pek karanlık, adıyla da ironi içeren albüm de The Bad Seeds külliyatı içindeki en önemli eserlerden... Dahası, grubun belki de en ünlü, en çok cover'lanan şarkılarını içeriyor.
Şarkı sözleriyle Cave bize karanlık hikayeler anlatıyor yine, bunu yaparken insanı etkilemeyi de iyi başarıyor o müthiş vokalleriyle. Enstrümanlar da yanıyor adeta... Her şey olması gerektiği gibi müthiş. Açılış parçası Do You Love Me? ünlü The Bad Seeds şarkılarından. Albümün karanlık temasını da çok iyi ifade ediyor. Ardından gelen Nobody's Baby Now, albümün en yumuşak yapılı şarkısı olsa da aşkta verilen acı dolu bir kaybı anlatıyor. Loverman'a gelecek olursak... işte albümün en ünlü parçası hiç şüphesiz budur ki Metallica bile orijinalinden daha ünlü bir cover'ını yapmıştır. Jangling Jack alümün en tekinsiz parçalarından. Red Right Hand dizi-film soundtrack'lerinde yer bulmuştur kendine. İsim babası parça I Let Love In'den sonra da albüm sürükleyiciliğini korur, ve giriş şarkısının daha slow bir versiyonuyla perdeyi kapatır.
Let Love In, bir grubu tanımak ve dinlemeye başlamak için en doğru albümlerden. Bir kulak verin, hemen ruhunuza dokunur zaten...
Dinleyin: Do You Love Me? - Nobody's Baby Now - Loverman - Red Right Hand
İzleyin: Glastonbury 1994

9 Eylül 2013 Pazartesi

İnceleme: Zaireeka

6.8/10
Yayınlandığı 1997'de kritikleri tam anlamıyla ikiye bölmüş bir albüm var şimdi sırada. Bu durumun nedenini albümün konseptini ilk kez duyunca bile anlıyor insan: Albümün kapağında belirtildiği üzere bu kayıt, 4 farklı disk içeriyor. Peki albümdeki 8 şarkı toplamda 45 dakika sürüyorsa, buna neden ihtiyaç var? Çünkü her diskte farklı şarkılar yok. Aynı şarkıların farklı kısımları var. Anlamlı bir müzik elde etmek istiyorsanız diskleri 4 farklı player'a takıp, çalmaya aynı anda başlatmalısınız.
Bu delilik, yaratıcılık, ne derseniz deyin artık; bunun gibi sıradışı fikirler, tam da dünyanın en sıradışı grubu Flaming Lips'ten beklenecek şey. Adamlar daha geçen yıl sınırlı üretilmiş kafatasları içinde servis edilen 24 saatlik bir şarkı kaydettiler; üstüne bir de 24 saat içinde 8 konser vererek daha önce Jay-Z'nin elinde tuttuğu dünya rekorunu kırdılar. Kendi şirketleri ise efsanevi King Crimson albümü In The Court of The Crimson King'in baştan sona çeşitli gruplarca cover'landığı bir albüm yayınladı. (Daha önceden de Dark Side of the Moon'u baştan sona kaydetmişlikleri var.) Bazılarını bizzat grup lideri Wayne Coyne'un yönettiği özgün müzik videoları da mevcut grubun külliyatında. Yani hiç boş durmuyorlar, müzikte 30 yılı devirmiş olmalarına rağmen bir durulma söz konusu bile değil. Bu sıradışı albüm fikri de onların yaratıcılığının bir ürünü.
Neyse ki zaman geçti, internetten dinleme devri geldi de, biz böyle bir zahmete girmeden de açıp dinleyebiliyoruz albümdeki parçaları. Diğer albümlerine göre deneysel sularda fazlaca takılan bir albüm Zaireeka. Uzun, dingin ve büyük ölçüde enstrümental şarkılardan mürekkep. Şarkılar da bu deneyselliği desteklercesine sıradışı isimlere sahip zaten: Giriş şarkısı Okay I'll Admit That I Really Don't Understand, ismiyle adeta albüme ısınmaya çalışan dinleyicilere göz kırpmış. Ayrıca en kolay ısınabileceğiniz parça da bu olacaktır, yakalayıcı bir ritmi var ve albümün temposunu yüksek tutuyor. Bundan sonraki şarkılar da kolay dinleniyor, işiniz varken arka fon müziği olarak güzel giderler. Gerçi müzik ara ara insanı tedirgin eden kavşaklara sapmıyor da değil. Ama deneysel albüm dediğin sürprizli olur zaten. Riding to Work in the Year 2025 (Your Invisible Now)dan A Machine in India'ya psychedelia'nın güç aldığı "kafa kıyaklığı" hissini sürekli alıyorsunuz.
Zaireeka, Flaming Lips dinlemeye başlamak için doğru albüm olmayabilir. Ama olur da kendinizi bu çılgın adamların müziğine kaptırırsanız, bu albüme de bir uğramanız gerekir. Her şeyden önce duyduğunuz sıradışı saygı hissi gereği...
Başlangıç İçin Dinleyin: Okay I'll Admit... - Riding to Work... - The Big Ol' Bug...
İzleyin: Zaireeka (4 Vinyls)

6 Eylül 2013 Cuma

Mini İnceleme: King of the Sugarcoated Tongues

7.8/10
Bu grubu keşfetmemi tamamıyla Twitter'a borçluyum. Eğer bir radyo programcısının tweet'ini cevaplamasaydım, o da bana asla "haftanın grubu" seçtikleri The Sunpilots'ı önermeyecekti. Bunun üstüne sitelerini ziyaret ettim ve böylece de bu albümü dinlemiş oldum. Anlayacağınız internetin sunduklarını küçümsememek gerek.
Söz konusu gruptan ve albümlerinden bahsedeyim kısaca. 2006'da kurulmuş Avustralyalı bir grup The Sunpilots. İndie tarzındaki ilk albümleri Living Receiver Avusrtalyalı kritiklerce "yılın indie albümü" seçilmiş. Yıl 2008. Basın onlardan övgüyle bahsediyor, başarılı bir başlangıç.
Dört sene sonra, 2012'de bu 2. albümlerini piyasaya sürdüler. Tarzlarını değiştirmiş, yenilenmiş bir halde. Baştan sonra bir progresif rock albümü yapmışlar. Şarkıları kolaylıkla sevebilirsiniz. Başarılı bir çalışma. Albümün tamamı, grubun sitesinden bedavaya indirilebiliyor. Bir kulak verin bu adamlara.

Başlangıç İçin Dinlenecek Parçalar: 3 Minutes to Midnight - The Captain - Sex and TV

İzleyin: The Piper's Mirror

4 Eylül 2013 Çarşamba

Nostaljik İnceleme: The Wall

10/10
Geçen ay tanık olduğum görsel-işitsel-teatral rock operasının sadece işitsel olan bölümü üstüne biraz gecikmeli de olsa bir inceleme yapma ihtiyacı duydum. Çok sayıda müzikseveri böylesine etkilemiş bir albüm en azından bunu hak ediyor bence.
Bu albümün hikayesi kadar, fikir olarak Roger Waters'ın kafasında nasıl şekillendiği de bilinir: Pink Floyd şöhrete kavuşmuştur ve 2 yeni albümle itibarını ve hayran kitlesini arttırmaktadır. Animals albümünün tanıtım turnesinin son duraklarından birinde bir seyircinin saygısız davranışlarına çok öfkelenen Waters, herkesin gözü önünde adamı sahneye çağırır, yüzüne tükürüp yerine geri yollar. Sonradan bu tavrına üzülen Waters, "insanlar arasında iletişimi zorlaştıran hayali bir duvar" konsepti üstüne bir albüm yazmaya başlar. Yani hikaye basittir ama özünde çok derindir. Sonuç öyle etkileyicidir ki albüm anlattığı basit hikayeden çok daha evrensel görünür ve bugün bir klasik haline gelir.
Albümden uyarlanan aynı adlı filmde; her şarkının hikayedeki rolü, neyi anlattığı daha iyi anlaşılıyor. Ama izlemeyenler ve bu hikayeye o kadar aşina olmayanlar için albümün üstünden baştan sona geçmekte fayda var: Hikayede başrol Pink adındaki (filme göre) rock yıldızına aittir. Waters, bunu ilk zamanlarda yalanlasa da, Pink'i şekillendirirken hem kendisinden, hem de grubu psikolojik çöküntü yüzünden terk edip sonraki yıllarda içine kapanan grubun eski lideri Syd Barrett'tan esinlenmiştir. Görkemli ve ilgi uyandırıcı girişin ardından (In The Flesh?) Pink'in çocukluk yıllarıyla hikaye başlar (The Thin Ice). Babası 2. Dünya Savaşı'nda şehit düşer (Another Brick In The Wall Part I), çocukluğu boyunca okuldan nefret ederek (Another Brick In The Wall Part II), onunla fazla ilgilenmeyen annesinin yanında (Mother) büyür. Bütün bu acı anıların her biri, onun 'Duvar'ını oluşturan birer tuğladır. Yıllar geçer, bir kadın hayranının önünde çılgına dönen Pink (One of My Turns) sonrasında bundan pişmanlık duyup (Don't Leave Me Now) depresyona girer. Sonunda Duvar'ı tamamlanır ve dış dünyayla iletişimini tümden keser (Goodbye Cruel World). Bu noktadan sonra söylediği "Uçacak gücüm var ama uçacak yerim yok" sözleri(Nobody Home), Pink'in yaşadığı bunalımı en etkileyici şekilde özetleyen kısımdır muhtemelen. Daha sonra silkinip 'gösteriyi devam ettirir' (The Show Must Go On) ancak bu defa da son derecede faşist bir adam olup çıkmıştır. (Özellikle Waiting for the Worms'ta) Hikayenin sonunda Pink fazla ileri gittiğini kabul eder (Stop) ve neye dönüştüğünü sorgular, kendini hayali bir mahkemeye (The Trial) çıkarır.
Sağlam hikayesi ve gerçekçiliği arttırmak için albüm boyunca yerleştirilmiş ses efektleiyle The Wall, bir albümden çok daha fazlasıdır kesinlikle, işitsel bir tiyatro oyunudur. Kendisi ve ruhu değişkendir, Pink karakterinin ruh haline uygun bir şekilde. İçinde kayboldukça ne kadar büyük ve sağlam bir emeğin ürünü olduğunu düşünürsünüz. Ve her sanat eseri gibi, o da zaman zaman tartışmaların hedefi olmuştur. Another Brick... single olarak yayınlandığında şarkının fikrini yanlış anlayıp Waters'ı kibirlilikle suçlayan eleştirmen sayısı çoktur mesela.
Eğer Dark Side of the Moon, grubun başyapıtı ise, The Wall da kült yapımıdır.

Başlangıç İçin Dinlenecek Parçalar: Another Brick...Pt.2 - Mother - Goodbye Blue Sky - Hey You - Comfortably Numb

İzleyin: Pink Floyd The Wall (film)

Merakla Beklenen Albümler - Geri Sayım (No.2)

10. Paul McCartney - New (14 Ekim)

Dinleyin: New














9. Duman - ? (Eylül)

Dinleyin: Eyvallah

8. Alter Bridge - Fortress (25 Eylül)
Dinleyin: Addicted to Pain















7. Arcade Fire - Reflektor (29 Ekim)

Takip Edin: Resmi Site

6. Moby - Innocents (1 Ekim)
Dinleyin: The Perfect Life , A Case For Shame , The Lonely Night













5. Dream Theater - Dream Theater (24 Eylül)
Dinleyin: The Enemy Inside














4. Nine Inch Nails - Hesitation Marks (3 Eylül)
Dinleyin: Copy of A , Find My Way , Came Back Haunted , Everything











3. Arctic Monkeys - AM (6 Eylül)
Dinleyin: Do I Wanna Know? , R U Mine? , Why'd You Only Call Me When You're High?













2. Manic Street Preachers - Rewind the Film (16 Eylül)
Dinleyin: Rewind the Film , Show Me The Wonder














1. Pearl Jam - Lightning Bolt (14 Ekim)
Dinleyin: Mind Your Manners

1 Eylül 2013 Pazar

İnceleme: ...Like Clockwork

9.3/10 
NME geçen aylarda "rock'ın en belalı grubu" şeklinde çevrilebilecek bir ifade kullandı QOTSA hakkında. Kısaltması kendinden havalı, müziklerini seven var sevmeyen var. Şahsen büyük hayranlarıyım bu adamların. Stoner rock'ın sayılı temsilcileri arasındalar, 2002 tarihli o meşhur albümleri Songs for the Deaf ise yayınlandığı günden beri en iyi albüm listelerinde kendine yer buluyor.
2008'le birlikte grup dağılmaya yaklaştı, herkes kendi yoluna gitti. Solo albümler, başka projeler... Ara ara yeni albüm yapmaya heves etseler de birkaç aksilik çıktı. 2010'da nevi şahsına münhasır müzik adamı ve topluluğun lideri Josh Homme, ameliyat masasında kısa bir süreliğine "öldü". Birkaç dakika sonra hayata döndüğünde yaşamda yeni bir perspektife sahipti artık.
Bu yeni albüm söz yazarı Homme için böyle bir dönemin hemen ardına rastlıyor işte. Etkilenme ve değişim albümde baştan sona kendini belli ediyor. Sözlerde benliğini bulma arayışı hep sürüyor: 'If life is but a dream, then wake me up.' Eski albümlerin pasif karamsarlığı da bir ölçüde geride kalmış: 'I survived, I'm alive, hooray!' Karmaşık duygular hakim durumda: 'I wanna suck, I wanna lick, I wanna cry, I wanna spit. Tears of pleasure, tears of pain, they trickle down your face the same.'
Şarkıdan şarkıya değerlendirmeye geçecek olursak. Keep Your Eyes Peeled albümün tekinsiz, karanlık ve biraz da gotik yanını tanıtan, sağlam bir giriş parçası. Ardından gelen albümün ikinci single'ı I Sat By The Ocean, melodisiyle kulağa Blur şarkısı Coffee and TV'nin yeni bir uyarlaması gibi geliyor. Üçüncü parça The Vampyre of Time and Memory, albümde slow bir geçiş parçası görevi üstleniyor. If I Had A Tail aynı anda hem karanlık hem de dans ettiren bir şarkı. Albümden çıkan ilk single My God Is The Sun yerim deyindeyse ortalığı yıkıyor, albümün en enerjik şarkılarından ve şimdiden bir QOTSA marşı olma yolunda ilerliyor. Kalopsia albümün en karmaşık ruhlu şarkısı, bir ninni gibi başlayıp şaşırtıcı virajlara giriyor. Fairweather Friends uygun koşular sağlanırsa albümden çıkan en büyük hit şarkıya dönüşebilir, potansiyeli var. Sekizinci şarkı Smooth Sailing yakalayıcı melodisiyle sizi rahatlıkla dans ettirebilir. I Appear Missing iyi kotarılmış, dört dörtlük bir depresyon şarkısı. Albümün isim babası ...Like Clockwork bu albümü kapatmak için muhtemelen en güzel yol. Melankolisi, büyüleyici piyanosu ve Homme'un etkileyici vokaliyle sizi alıp götürüyor uzaklara.
Konuk sanatçı listesi iştah açan derecede zengin. Bu 'heavy' müzisyenler arasında Alex Turner, Dave Grohl, Trent Reznor, Mark Lenagan, Nick Oliveri ve Sir Elton John bulunuyor. Rolleri oldukça mütevazı roller, ama dikkatli dinlerseniz geri vokalde varlıklarını fark edebilirsiniz.
İyi haber; bu sadece grubun takipçilerinin değil, herkesin sevebileceği bir dönüş albümü. Değişik virajlara giren, sizi şaşırtan ve hiç sıkmayan bir 45 dakika boyunca dinletiyor kendini. Yıllar içinde efsane statüsüne yükselecek mi, göreceğiz.

Başlangıç İçin Dinlenecek Parçalar: I Sat By The Ocean - Fairweather Friends - I Appear Missing - ...Like Clockwork

İzleyin: ...Like Clockwork by Boneface (aşağıda)

May "The Wall" Be With You... (4)

Ani nedenlerle yazımı bugün noktalama kararı aldım. Velhasıl kelam, güldük eğlendik, yandaki resimde gördüğünüz Duvar'a çarpan uçak gibi değişik dekor ve efektlere hayret ettik, protestolara katıldık, saygı duyduk ve bir güzelim gecenin daha sonuna geldik. Konserden videoların geri kalanı aşağıda. Başka bir konser eleştirisinde görüşene dek, sağlıcakla kalın... (Sanki başka bir eleştiri yazacağıma eminmişim gibi... Bana bakmayın siz...)
Hey You
Is There Anybody Out There?
Nobody Home/Vera/Bring The Boys Back Home

6 Ağustos 2013 Salı

May "The Wall" Be With You... (3)

Dün akşamki yazımı konserde çektiğim diğer videolarla sürdürüyorum... Doğrusunu isterseniz Roger'ın Türkçe protestosunu da çektim, ama daha yakından, kaliteli bir çekim de yapılmış olduğundan buraya ekleme gereğini görmedim. Bilmeniz gereken, o müthiş konuşmanın kronolojik olarak değerlendirecek olursak, dünkü mesajımda yer alan son videodan hemen sonra gerçekleşmiş olması... Aşağıda yer alan videolar ise o konuşmanın ardından gelen performanslardır...

Konuşmanın Sonları+Mother:
Goodbye Blue Sky Hüznü:
İlk yarının sonları:
Yarın: 4. ve son bölüm. Konserin 2. yarısı; Hey You, Comfortably Numb ve dahası...

5 Ağustos 2013 Pazartesi

May "The Wall" Be With You (2)

Roger Waters'ın gelip de duvarı inşa edeceğini, çıldırıp çıldırtacağını ve duvarı yıkacağını duymak onca müzikseveri çılgına çevirir tabi... Haliyle şovun başlaması üzerine, ne kadar arkada kalırsanız o kadar çok kayıt yapan telefon görmeniz işten bile değildi. Saha içi kategorisini diyorum tabi, tribünler konusunda yapamam çünkü... Bu durum kısa ve orta boylu insanların hiç mi hiç işine gelmedi... Yakınlarımda "Telefon izliyoruz arkadaş yaa" şeklindeki yoruma hak versem de hem ben kendim çekmeye devam ettim, hem de bunu dert eden fazla insan yoktu. Uyumluydu kalabalık... Keyifler de hoştu. Öte yandan, telefonsuz bile bulunduğum yerde sahne görüşü kısıtlıydı. Bu noktada projektörlerin işi halletmesi iyi oldu.
Film gibi şov, film gibi 2 perdeden oluşuyordu. 20 dakika civarında seyreden film arasında da ekrana dünyanın dört bir yanından göçüp gitmiş insanlar yansıdı ekrana... Üstelik dünyanın çeşitli yerlerinden halk müziklerinin eşliğinde.
Videolardan devam edelim şimdi de...
The Thin Ice:                                            
 Another Brick1-Happiest Days...-Another Brick2:
Another Brick (Slow Version):
Devam edecek...

May "The Wall" Be With You...

Dün akşamki tarihi ana tanıklık etme şansına kavuşan Pink Floyd, The Wall ve müzik delileri ve bağımlıları ve hatta normalde çok tanıyıp etmeyip arkadaş zoruyla getirilen insanlar bile (bakınız: benim kuzen) dün gecenin etkisinden kolay kolay çıkamayabilirler. Onları suçlamayın... şaka şaka, rahatlayacaksanız suçlayın tabi, gidemeyen ben olsam ben de hazzetmezdim öyle "dün geceyi nasıl kaçırırsın" tarzı diyaloglardan. Dişinizi sıkın ve katlanmaya çalışın bu duruma...
Şimdi, böyle bir geceyi anlatmak için nereden başlamalı diye düşünüyordum. Ama fark ettim ki çok kasmamak gerek. "Anlatılmaz yaşanır" diyerek kolaya kaçmak da istemiyorum öte yandan... O halde ne yapmalı? Çektiğin videoları koymalı, highlight'lardan konuşmalı....
Yukarıdaki ilginç başlık, tek seçeneğim değildi. Şöyle başlıklar arasından çekip çıkardım:
1-Konser Dedik Teatral Şov Çıktı
2-Ama Roger Da Hala Enerji Dolu Be Abi
3-En Büyük Bütçeli Konser Şovu Olum, Fiyatlara Bu Kadar Takılma...
4-...Ama Haklısın Tabi, 770 Ne Öyle Oyy, Ananı Ağlatır
5-Roger'ın Türkçesi > Herhangi Bir Politikacının Türkçesi
6-Hayat Konserde Direnişle Güzel
Roger'ın türkçesi demişken videoyu da yükleyeyim dedim, haklı mıyım haksız mı siz söyleyin... http://www.youtube.com/watch?v=Nmp8bheUXO0
Sahneye yansıtılan görüntüler, kullanılan efektler ve hatta In The Flesh?'de duvarı yıkıp geçen uçak çoğunlukla The Wall'un anlattığı hikayenin bir parçasıydı. Filmi, daha canlı bir şekilde tekrar izlemiş gibi olduk ve bu paha biçilemezdi. Bir şarkıda projektöre yansıtılan Roger Waters'ın gençliğinin görüntüsü de hiç şüphesiz eski nesil dinleyicileri oldukça duygulandırdı. Gezi Direnişi'nde ve dünyanın dört bir yanında farklı zamanlarda suikasta kurban giden insanların görüntüsü protest duyguları defalarca harekete geçirdi. "Mother" şarkısında "Should I trust the government?" sözlerine kalabalığın cevabı koca bir "NOOOO" oldu.
Konser videolarının ilk postası aşağıda. Görüntü kalitesi ve kameranın titrekliğini mazur görünüz...

Başlamadan saniyeler önce:
Görkemli Giriş: In The Flesh?
Devam edecek...


20 Mayıs 2013 Pazartesi

2013'ün İlk Yarısı - En İyiler

Bir yılın daha neredeyse yarısını doldurduk. Peki, şimdiye kadar müzik anlamında doyurucu oldu mu? Bunu merak edip bir liste çıkartayım dedim.


















En İyi 25 Albüm
Alice In Chains -The Devil Put Dinosaurs Here
Atoms for Peace - Amok
Aylin Aslım - Zümrüdüanka
Biffy Clyro - Opposites
Boards of Canada - Tomorrow's Harvest
Can Gox - Yalnızım Ben
Daft Punk - Random Access Memories
David Bowie - The Next Day
The Flaming Lips - The Terror
Foals - Holy Fire
How to Destroy Angels - Welcome Oblivion
The Knife - Shaking the Habitual
Low- The Invisible Way
MGMT- MGMT
My Bloody Valentine - m b v
Nick Cave & The Bad Seeds - Push the Sky Away
Özlem Tekin - Kargalar
Peace - In Love
Primal Scream - More Light
Queens of the Stone Age - ...Like Clockwork
Sigur Ros - Kveikur
Şebnem Ferah - Od
The Strokes - Comedown Machine
These New Puritians - Field of Reeds
Yeah Yeah Yeahs - Mosquito



















Listeye Giremeyen Hazineler:
Black Sabbath - 13
Deep Purple - Now What?!
Eels - Wonderful, Glorious
Iron & Wine - Ghost on Ghost
Johnny Marr- The Messenger
Jimi Hendrix - People, Hell & Angels
Stone Sour - House of Gold & Bones Part 2


Vasatı Geçemeyenler:
30 Seconds to Mars - Love Lust Faith & Dreams
Beady Eye - BE
Bon Jovi - What About Now
Depeche Mode - Delta Machine
Megadeth - Supercollider
OneRepublic - Native
Paramore - Paramore
Suede - Bloodsports















En İyi 25 Şarkı (Güncellenecektir)
Alice in Chains - Hollow
Arctic Monkeys - Do I Wanna Know?
Atoms for Peace - Ingenue
Aylin Aslım & Teoman - İki Zavallı Kuş
Beady Eye - Flick of the Finger
Biffy Clyro - Sounds Like Balloons
Black Sabbath - God Is Dead?
Bon Jovi - Because We Can
Daft Punk - Get Lucky
David Bowie - The Stars (Are Out Tonight)
Deep Purple - All the Time in the World
Empire of the Sun - Alive
How to Destroy Angels - How Long?
Johnny Marr - Upstarts
Jimi Hendrix - Earth Blues
Nine Inch Nails - Came Back Haunted
Paramore - Now
Peace - Wraith
Primal Scream - 2013
Queens of the Stone Age - I Appear Missing
Red Hot Chili Peppers - Pink as Floyd
Yeah Yeah Yeahs - Sacrilege

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Manics'ten Yeni Albüm Haber(ler)i

Galler'den çıkan en önemli ve en özel rock gruplarından Manic Street Preachers, bir değil iki yeni albümle dönüyor.
Vokalist James Dean Bradfield, 16 Mayıs'ta verdiği bir röportajda iki albümlük materyalleri olduğunu söyledi. Üstelik bunların ilki, bir şarkı dışında tamamen akustik olacak. İkinci albüm ise daha agresif ve daha deneysel bir havaya sahip olacak.
Nicky Wire, daha önceden folk sanatçısı Cate Le Bon'la bir şarkı kaydettikleri tweet'ini atmıştı. "Four Lonely Roads" adındaki bu parça da bu albümlerden birine ait olsa gerek. Sabırsızlıkla bekliyoruz.

14 Mayıs 2013 Salı

Merakla Beklenen Albümler - Geri Sayım (No.1)

(Elbette kişisel bir liste bu.)

10. Beady Eye - BE (10 Haziran)


Rock dünyasının en orijinal kardeşleri Liam ve Noel Oasis'i dağıttı. Ama kendi başlarına yollarına devam ediyorlar. Noel Gallagher'dan yeni bir solo albüm ufukta görünmüyor ama Liam'ın diğer Oasis üyeleriyle kurduğu Beady Eye'ın 2. albümü tam 1 ay uzakta.
Sokakta karşılaştığı genç bir hayranına BE'yi, "dumanlı kafalar için mükemmel bir albüm" şeklinde tanımlayan eksantrik adam Liam, şu günlerde de kardeşine çatmakla meşgul. Hatta albümden doğrudan ona yazdığı bir şarkı var. Noel de boş durmuyor tabi bu hakaretlere karşı. Ama hiç olmazsa Gallagher'lar müzik konusunda genelde hayran kırıklığı yaşatmıyor. BE'den yayınlanan iki şarkı da birer istisna değil.


Flick of the Finger
















9. Empire of the Sun - Ice on the Dune (18 Haziran)


Luke Steele ve Nick Littlemore'dan oluşan grup, biraz David Bowie'yi anımsatan sofistikeliği (film afişi şeklinde hazırlanan albüm kapakları, kostümler, videolar vs.) ile ilk albümleri yayınlandığında çok konuşulmuştu. Albümden çıkan ilk single "Alive", beklentileri yükseltiyor. Bakalım yakaladıkları fırsatı değerlendirip yükselebilecekler mi?






















8. Elton John - The Diving Board (Eylül)

Ustanın 30. albümü oluyor. Eldeki bilgiler gerçekten bu kadar. Ama beklemeye değecek gibi sanki.

7. Primal Scream - More Light (13 Mayıs)


Robert Plant'in desteğini aldılar ya, artık Primal Scream'ın sırtı yere gelmez. Bobby Gillespie tarafından tıpkı adı gibi "daha ütopik bir albüm" olarak tanımlanan More Light, grubun 10. stüdyo albümü ve yine olumlu eleştiriler aldı.
Albümden çıkan 2. single "It's Alright, It's OK" şu sıralar radyoların sevdiği şarkılardan.









6. Daft Punk - Random Access Memories (18 Mayıs)


Robot adamlar aramıza döndü, hem de tüm görkemleriyle! Albümden ilk single "Get Lucky" yeterince tatmin edici ve bağımlılık yaratıcı.
Konuklar da kaliteli: The Strokes'tan Julian Casablancas, Panda Bear, Nile Rodgers...
Daft Punk'ı sevenlerdenseniz, bu albümü seveceksiniz muhtemelen. Ya da sadece sorunlarınızı unutup kendinizi biraz dans müziğini bırakmak istiyorsanız. ("Lose Yourself to Dance")
Random Access Memories, muhtemelen 2013'ün en muhteşem 3. dönüş albümü. Her ne kadar The Next Day ve 13 onu açık ara geçiyorsa da...



             
5. Flaming Lips & Kesha - Lipsha (2013)

Grubu tanıyıp da bu albümü merak etmemek elde mi? Şahsen Kesha'nın tarzını sevmesem de, Flaming Lips'in kalitesi ortada. Grup, daha önce bir düet daha yapmıştı kendisiyle, Heady Fwends albümünde. Şarkıyı aşağıda dinleyebilirsiniz.
Albüm, "2013'te bir ara" servis edilecek.

Flaming Lips - 2012 (You Must Be Upgraded) (feat. Kesha)

4. Sigur Ros - Kveikur (10 Haziran)

  İzlandalı muhteşem grubun yedinci albümü oluyor. İlk single "Brennisteinn"in taşıdığı anlam ise Kenar Taşı. Bu parçada grubun formunda olduğu belli oluyor. Bu albümde ayrıca grubun tarzında bir değişime tanık olacağız. Artık her zamankinden daha agresifler, ambient değil, daha rock bir soundları var. Biz onları bu şekilde seviyoruz ama onlara her şey yakışır.

3. The Devil Put Dinosaurs Here (28 Mayıs)

"Hollow" ve "Stone" gerçekten iyi parçalar, elbette. Bu kalite ve isimdeki sofistikelik, ister istemez beklentiyi arttırıyor. Sözü vokalist Jerry Cantrell'e bırakalım:
"Duyduğunuz hiçbir şeyin sizi şaşırtacağını düşünmüyorum... bu şüphesiz bizim çalışmamız. Ama son derece özgün bir iş aynı zamanda. 
Ne derler? Din ve politikai uzak durman gereken iki şeydir. Ama s.ktir edin, sanırım bir süre bu konu hakkında konuşacağız."
Albüm kapak resmi olarak koyulan dinozor kafatası, ters yöne bakan bir kopyasıyla yan yana getirilince ise elimizdeki resim, şeytanın siması oluyor. Bu, albümün ince düşünülmüş bir çalışma olduğunu gösterir.


2. Black Sabbath - 13 (10 Haziran)

Efsane gerçekten döndü. 18 yıllık ayrılıklarını bozan Ozzy ve arkadaşları, elbette bolca konuşuluyor metal camiasında. "God Is Dead?" diye sormuş babalar. Cevap vereyim, ölmedi. Hala kulaklara hitap ediyorlar. Daha da söylenecek söz bulunmaz.








God Is Dead?

1. Queens of the Stone Age - ... Like Clockwork (3 Haziran)

Kendi açımdan konuşuyorum, benim için bu kadar önem arz eden bir gruba karşı diğerlerinin birincilik şansı yoktu. Ayrıca gerçekten çok iyi şarkılar içeriyor, dahası 6 yılın ardından gelen bir dönüş bu. Konuklar; Elton John Dave Grohl, Trent Reznor, Alex Turner...
Müzik videolarının hepsi İngiliz sanatçı Boneface'in eseri.

10 Mayıs 2013 Cuma

Hoşgeldiniz

Merhaba arkadaşlar. Ben bu blog işlerinde yeni olduğum için, ne kadar zaman içinde yeterince müziksevere ulaşabiliriz bilmiyorum; ama zaman içinde gelişiriz diye umuyorum. Okuldan dolayı (daha ziyade yatılı okumaktan dolayı) internete her zaman ulaşamayabilirim. Ama arada şöyle kafa dengi insanlara ulaşmak da güzel olur.
Bu blogu kurarkenki amacım, sadece rock değil, caz olsun, blues olsun, elektronik olsun, ya da ortada sadece güzel müzik olsun, müzik dünyasından haberler paylaşmak ve belki de takipçilerle karşılıklı yeni, güzel müzikler keşfetmek. Belki başka şeyler de olur zamanla.
Şimdilik bu kadar. Belki ilk olarak birkaç yazıdan oluşan bir ısınma turuyla başlarım. Bakacağız artık. Görüşmek üzere...